23 Mayıs 2010 Pazar

Efes- Kıskanılan Liman Kenti


M.Ö. 1051 yıllarında Yunanistan'dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Şehir Romadan özerk bir şekilde Apameia Kibotos şehri ile ortak para bastırmıştır. Bu şehirler klasik dönemdeki Küçük Asya'da çok parlak yarı özerk davranmaya başlamışlardı. Lysimakhos, kenti Miletli Hippodamos'un bulduğu "Izgara Plan"a göre yeniden kurar. Bu plana göre, kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser.

9 Mayıs 2010 Pazar

2 Mayıs 2010 Pazar

İskenderiye Feneri- Dünyanın Yedi Harikasından Biri

İskenderiye'ye gittiğimde Fenerin yeni modeli görmeyi çok dilememe rağman mağlesef göremedim. Şimdilik sadece Kütüphaneyi yeniden inşa etmişler. Umarım yakında İskenderiye Feneri için de bir çalışma yaparlar. Şimdi Fener hakında biraz bilgi alalım.





İskenderiye Feneri, Mısır-İskenderiye'de inşa edilmiş ancak günümüzde bulunmayan, Dünyanın yedi harikasından biri ve tarihte inşa edilmiş deniz fenerlerinin en yüksek olanı.

Romalılar, Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios (Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı. İnşaası MÖ 285-246 yılları arasında süren fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy(Batlamyus) ve Soter tarafından Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine yaptırılmıştı.


(Alman arkeolog Prof. H. Thiersch tarafından 1909 yılında çizilmiş tahmini olarak çizilmiş grafiği.)


İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam için kullanılan tek eserdir.

Üst kısmı M.S. 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar tamamen yok oldu.

Üzerinde inşa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu kelime bir çok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek olmuştur.

18 Nisan 2010 Pazar

Çölde Motor Safari




Dünyanın en ünlü ATV'leri ile, çöldeki tepeler üzerinde safari yapıp, tek başına sizin kullandığınız motor ile, çöl tepelerinin üzerine büyük bir hızla çıkıp sonra da kayarak kumların üzerinden aşağı sürüklenmek. Ölmeden yapılacaklar listesine eklenmeli...




Kumlar içerisinde motorla hız yapmak müthiş bir duygu. Ben hayatımda daha önce motor kullanmamış olmama rağmen bu motoru tek kullanmak için ısrar ettim ve iyi ki de etmişim. Yüksek kum tepelerin üzerinden zıplayarak uçarak hız yapmak, kontrolü kaybedip kaymak ve sonrasında tekrar hızlanıp bir daha kaymak. Tek dileğiniz bu safari hiç bitmesin oluyor.



Biraz yorulunca da bir bedevi kampında buz gibi bir kola da hiç fena olmuyor ayrıca.



Israr ediyorum. Hayatınızda bir kez olsada mutlaka yapmanız gerekiyor. Bence bir yere not edin bunu. SEVGİLER :)

11 Nisan 2010 Pazar

Toledo

Toledo
UNESCO tarafından koruma altına alınmiş tek açık alan şehir müzesi. 1226 yıllarında kurulmuş.3 bölümden oluşuyor şehir. Müslüman kısım, Yahudi kısım, Hristiyan kısım.



Toledo -San Sebastian kilisesi...İci çok büyük ve görkemli...12 yüzyılda başlanıp 13 yüzyılda bitirilmiş ...100 yılda tamamlanmış.




Toledo Hristiyan kısımm, şehrin en tepe kısmı..

4 Nisan 2010 Pazar

Big Ben/ Londra




Londra'ya gidip de Big Ben'i ziyaret etmeyen yoktur diye zannediyorum. Thames Nehrin yanına bezenmiş ihtişamlı bir saat kulesi. Gothik tarzda yapılmış bir mimarisi var ki bu bana Barcelona ve Gaudi'yi hatırlatıyor. İlk gördüğümde Big Ben'i vaaaayyy diye ses çıkarmaktan kendimi alamadım. Hemen büyük bir heyecanla fotoğraf makineme uzandım ve onlarca fotoğraf çekmek istedim ama ne mümkün. Big Ben'in etrafında hep binalar bulunuyor ve geniş bir acıdan resim çekmek mümkün değil. Dibinde durunca da sadece korkunç resimler meydana geliyordu. Ne yapsam diye düşünüyordum ki, Themes nehirde tur yapan vapurları gördüm. Harika. Bu bana istediğim acıyı vericekti, elimi cebime attım ve yeterli poundum kalmış diye kontrol ettikten sonra Big Ben'in yanında ağır ağır Themes'a yürümeye başladım...





Ve nihayet istediğim resimleri çektim. Şimdi biraz Big Ben'den bahsedelim. İnkar edilemez bir şey vardır oda şudur, Londranın simgesi olduğu. Tarihte Big Ben'a bir çok kez , bir çok rol biçilmiş. Adalet simgesi kabul edilmiş, ama gün gelmiş Emperyal sistemin taşıyıcı kabul edilmiş ve birçok provakasyonlara, protestolara ve saldırılara maruz kalmış. Big Ben aslında saat kulesinin ismidir fakat günümüzde tüm yapıya bu ad veriliyor. 1834 yılında çıkan büyük yangında tahrip olduktan sonra Charles Barry tarafından Yeni yapılan sarayın bir parçası olarak yapımlıştır. Bu arada büyük yangını da hatırlatalım çok kısa.2 Eylül 1666 Pazar günü Londra'nın orta kesimlerinde başlayarak 5 Eylül Çarşamba gününe kadar kenti etkisi altına alan, kentin tarihindeki en büyük yangın felaketidir. Bir ekmek fırından çıkan bir yangının, o zamanın kralı II.Charles'in kararsızlığı ve geç müdahalesi yüzünden tüm Londra yok oluyor. Tabi bu yangından sonra kral yanıp kül olan tüm yapıları nerdeyse bire bir tekrar inşa ettiriyor. Big Ben'inde bu tarihte baş rölü paylaşanlardan birtanesi.





Neyse efendim, daha sonrasında Londara'da kaldığım günler içerisinde bol bol resimler çektim ve istediğime ulaştım. Ben daha ziyede başka kültürlerin ayrıntılarını resmetmeyi sevsemde, İstanbul'a döndüğümde Big Ben'i çekmedim diye tanıdıkları hayal kırıklığına uğratmak olmazdı. Umarım siz de beğenirsiniz. Hoşcakalın...

28 Mart 2010 Pazar

Sfenks - Gizemli Tanrı

(bir Papirustan aldığım kare...)





Piramitlerden sonra en çok merak ettiğim Sfenks'ti. Vücüdü aslan ve başı bir firavun. Bilgelğin ve gücün simgesi.
Neden aslan vücüdü? Çölde bulunan Sfenksin yüzünde neden sudan aşınmış izler var, hiç yağmur yağmayan bir iklimde bu nasıl gerçekleşti? Ayaklarının altında bulunan o büyük odanın sırrı nedir? Neden Orion yıldız haritasına göre dizilmş pramtlerin bekçisi denmektedir?





Eğer mısırlılar yaz gündönümünü yılbaşı kabul ediyor ve buna göre bir takvim oluşturuyorlarsa yılbaşında "cosmic rising" olarak güneş aslan burcunda doğacak. Yılbaşları olduğu için oradaki yıldızlara önem atfetmiş olabilirler.Aslan vücüdü burdan doğmuş olabilir.






1991 yılında amerikalı araştırmacı John Anthony West ve jeolog dr Robert Schoch, bu görkemli anıt üzerinde bir dizi araştırma yaptılar. Vardıkları sonuçlar, oldukça şaşırtıcıydı: heykelin üzerindeki aşınma izleri, arkeologların inandığı gibi rüzgar ve kumdan değil, uzun ve etkili yağmurlardan ileri geliyordu ve bu "su aşınması"ydı! Mısır'ın bu bölgesi, bundan 5000 yıl önce de çöldü ve yağmur düşmüyordu. Söz konusu aşınmayı yaratacak düzeyde bir yağmurun en son düştüğü dönem ise, en az i.ö 5000 yılına, hatta çok daha eskilere dayanıyordu. Rehberimizin yorumu ise tamamen farklı. Musa Peygamerin acımasız Mısırlıları cezalındırdığı ve tüm Mısır İmparatorluğun su altında kaldığını söyledi. Su altında kalan Sfenksin akıntılar sayesinde aşınmanın olduğuna inanıyordu.





West ve Schoch, ayrıca ekiplerinde sismik ölçümler yapan cihazlarla çalışan uzmanlara da sahiptiler. Bu ekip, daha şaşırtıcı bir bulguya da ulaştı: araçlar, Sfenks'in pençelerinin yaklaşık 8-9 metre altında büyük bir "oda"nın ve ona açılan dehlizlerin varolduğunu gösteriyordu! Mısırlı yetkililer, başta eski eserler müfettişi dr.Zahi Hawass, bu bulgulara erişildiği günlerde West ve ekibinin iznini iptal ettiler ve Sfenks üzerinde araştırma yapılmasını yasakladılar. Ama haber basına çoktan ulaşmış, West ve Schoch da elde ettikleri bulguları aynı anda filme aldıklarından, NBC'de yayımlanan bir belgeselle ortalığı iyice karıştırmışlardı. Sevgili İsmail abimizin bu hakkındaki yorumu ise, elde edilen belgelerin henüz insanlığın kaldıramayacağından Mısır Hükümeti kesinikle bunları paylaşmadığını söyledi.


Bu arada Sfenks ismin nerden geldiğini de çok kısaca belirtmek gerekirse eğer;Antik Mısır'da, Sphinx,bir aslanın kafasına sahip, bazen kanatları da olan bir heykel diye tasvir edilirmiş. Sphinx ismi, sonraki yüzyıllarda Mısır'ı ziyaret eden Yunan'lılar tarafından kral resimlerine sırf keyif olsun diye eklenmiş. Çünkü bu heykeller onların Sphinx'ine çok benzermiş. Gel zaman git zaman bu yunanlilar nereye gitseler herşeye Sphinx adını takmışlar.





Yunanlıların Sphinx'i, kötü şans, yıkım ve ölüm getiren bir ifrit imiş devr-i zamanında.Typhon ve Echidna'nın evladı olduğuda dilden dile dolaşırmış. Dişi bir yaratık, bazen başı kadın olan kanatlı bir aslan, bazen de göğüsleri ve kafası bir kadına ait, pençeleri bir aslanın pençeleri, yılanınki gibi bir kuyruğu olan ve kanatlı bir yaratık olarak tasvir edilirmiş. Bu da yunanlıların çok işgüzar bir toplum oldugunun bir kanıtıdır aynı zamanda.







Thenes şehri yakınlarında yüksek bir kayada oturan Sphinxcani sıkıldığından gelip geçenlere bilmeceler sorarak üzerindeki sıkıntıyı dağıtmak istermiş. Bilmeceside şoyleymiş: "sabah dört, öğlen iki, akşam ise üç ayaklı olan yaratık kimdir". Her kim soruyu bilemezse Sphinx sinirlenip boğazlıyormuş. Sonunda Cedipus adından genç bir yiğit çıka gelmiş ve bilmecenin yanıtının insan oldunu söylediğinde, güçün ve bilgeliğin simgesi olan Sphinx ondan daha zeki biri olduğuna dayanamıyor baş aşağı kayalardan kendini aşağı atıyor.Eski Asur mitlerinde ise Sphinx tapınak girişlerinin koruyucudur.







Sfenks, tam doğuya bakıyordu, yani Ekinoks (23 mart ya da 21 eylül) anındaki gün doğumu noktasına. Mısırlıların yıldız kültürlerinde, güneş doğmak üzereyken, ufuk henüz tam aydınlanmamışken son olarak görülen yıldız ya da takımyıldızın ayrı bir önemi vardır. Bu durumdaki yıldıza "heliak yükselişte" denir ve Mısır'ın hem takvimini hem de dinini etkileyen çarpıcı bir olgudur. Sözgelimi, Mısır kültüründe tanrıça İsis'i simgeleyen Sirius yıldızı, yaz gündönümünde (21 haziran) şafak öncesi görünmeye başlar ve bu tarih aynı zamanda Nil'in yıllık taşma dönemlerinin de başlangıcıdır. Bu nedenle Mısırlılar, yaz gündönümünü "yılbaşı" kabul ederlerdi. Bu yaklaşım, ejiptologlarca Sfenks'in yapılmış olduğu tarih olarak varsayılan i.ö 2500'de, ilkbahar ekinoksunda "heliak yükselişe" başlayan takımyıldızın incelenmesini ilginç hale getiriyor.






Bauval ve Hancock, bilgisayar simulasyonuyla o tarihte boğa takımyıldızının yükselişte olduğunu gördüler. Oysa Mısırlılar şekil ve simgelere çok önem verirlerdi ve yaptıkları anıtlarda buna çok dikkat ederlerdi. Yani, bu durumda Sfenks'in aslan değil de boğa biçiminde yapılmış olması gerekmez miydi? İki araştırmacı, bu kez ilkbahar ekinoksunda aslan burcunun heliak yükselişe geçtiği tarihi araştırdılar ve karşılarına "orion gizemi"ndeki o garip yıl çıktı yine: i.ö 10.500! bütün bulgular, her ne kadar ejiptologlar ve ortodoks akademisyenler bunları dikkate almak istemeseler de, aynı "başlangıç tarihi"ne yönlendiriyor bizi. Mısır uygarlığının i.ö 3100 yılında başladığı yolundaki yaygın görüş dikkate alındığında, Eski Mısırlıların bir "şifre" gibi bize bıraktıkları "anıt bilmecesi" acaba bilinenden en az 7000 yıl daha eskiye dayanan bir yitik uygarlığın izleri mi?

22 Mart 2010 Pazartesi

Giza Piramitleri Mısır






Tahmini olarak m.ö 3000 yıllarında eski krallık döneminde yapıldığı zannedilmekte. Bunlar Keops, Kefren ve Mikerinos Piramitleridir ve isimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmıştır. Giza piramitleri dünyanın en büyük piramitleri olmakla birlikte onları diğerlerinden ayıran farkların başında içlerinde yazı bulunmaması ve nasıl yapıldıklarının hala çözüme ulaşmamış olması gelir. Keops'un oğlu Kefren için yapılmış piramit 143.5 metre yüksekliğe sahip ancak dış etkenler sebebi ile aşındığı için şuan 136 m.dir. Kefren piramidinin dış yüzeyinde yer alan kaplamalar bugün sadece tepesinde görülebilmekte. Giza piramitlerinden içi ziyaret edilebilen piramit Kefren Piramidinin mezar odasıdır. Ayrıca Mikerinos'a da girilebilmekte. Giza piramitleri arasında 62 metre yüksekliği ile en küçük olan Mikerinos Piramidi gelir ki Kefrenin oğlu için yaptırılmıştır.

15 Mart 2010 Pazartesi


Web Counter

Sharm El Sheikh- Deniz Altı Dünyası

Merhabalar... Size Sharm El Sheikh'teki o muhteşem deniz altını ve dalma tecrübemden bahsetmek istiyorum. Öncelikle sadece Kahire'deki piramitleri görmek için gittiğim turun içerinde 4 günlük olan Sharm El Sheikh'e ben çok istekli değildim. Fakar orda gördüklerimden ve yaşadıklarımın ardından, her yıl bu geziyi tekrarlamaya karar verdim.



Sharm El Sheikh muhteşem bir şehir. Kahiren'in kaosu ve kalabalığından sonra cennet gibi bir yer. Bu bölge zaten ayrılmış sadece seçkin yerli halkın ve turistlerin girebileceği bir yer. Normal bir Mısırlının bu böylegeye girmesi mümkün deil, tabi bu ne kadar etik olduğu da düşündücü. Diğer yandan bu yöntem ile burdaki turistler yerli halkının olmamasıyla daha rahatlar. Sokakta bikini ile yürümek, alkol kullanmak mümkün hatta ben birçok kumarhane gördüm. Dediğim gibi Kahire'den sonra bunlar beni çok şaşırttı.






Dalgıçların cenneti sayılan Mısır’ın Sinai yarımadasının ucunda Sharm-el Sheik. Dünyanın sayılı dalma yerlerinden biri olan Sharm’daki 3 limandan 20 metre üzerinde yüzlerce gemi kalkıp, dalgıçları civardaki dalma noktalarına götürüyor. Günde iki kez 45’er dakika dalıyorsunuz. Digitürk’ün 400’lü kanallarında görülen bütün balıklar ve daha fazlası burada var. Sanki bir akvaryumun içindesiniz. Kırmızı, sarı, çizgili, benekli balıklar etrafınızda dönüyor. Bir an ürperiyorsunuz çünkü yukardan aşağı daldığınız dünyanın kovuklarında bir yılan balığı size “yaklaşma” der gibi kötü kötü bakıyor. Yelpaze veya beyin şeklinde mercanların arasından süzülüyorsunuz. Bir James Bond filmi gibi bir grup dalgıç üstünüze geliyor, denizin içi zaman zaman pek kalabalık oluyor.



Denizinin güzelliği, göz atanları kendine hayran bıraktıran akvaryum gibi bir denizaltı ve ılıman iklimi ile nefis bir yer. Nasıl olmuşta örneğin Ras Muhammed gibi değerli kıyıları böylesine iyi koruyabilmiş diye merak ettim. Meğer Mısır hükümeti bölgenin büyük bölümünü Milli Park ilan etmiş. İçeri giren turistten belirli bir para alıyor. Çok iyi bir fikir. Bu güzelliği kullanan parasını ödüyor.




Peki dalınca neler gördüm? 4-5 çeşit papağan balıkları, Napolyon balığı, deniz kaplumbağaları, deniz tavşanları, rengarenk mercanlar, anemonlar, melek balıkları, deniz atı, rengarenk deniz yıldızları, aslan balıkları, vatozlar, ve daha adını sanını bilmediğim yüzlerce balık ve bitki türü. En güzelleri de kendi boyumda gördüğüm deniz kaplumbağası ile 2 metre boyunda gördüğüm Napolyon balığı… İnsan orada başka bir dünyanın içinde. Sanki cennette. Kendi dünyanızdan, yaşam alanınızdan farklı bir yerdesiniz doğal olarak onların kurallarına uymak zorundasınız.




Ben herkesin Kızıldeniz’i görmesini tavsiye ederim. Eğer birazcık deniz tutkunuz var ise yüzmeyi seviyorsunuz dalıcı olmanıza gerek bile yok. Çünkü Sharm’da yüzerken dalmadan bile sadece şnorkel ve maske ile bu bahsettiğim deniz canlılarının ve o cümbüşün pek çoğunu görebilirsiniz.

2 Mart 2010 Salı

Plaza del Mayor-Ispanya





Madrid merkezinde, düşenin ilk kalkacağı meydandır Plaza del Mayor. Sırf Plaza del Mayor’da acı bira içip, Avrupa’nın en mavi, en derin gökyüzünü seyretmek için bile gidilebilir Madrid’e. Çok iyi bakılıp, korunup, sanki yeni bir yapıymış izlenimi bıraksa da aldanmamak lazım, plaza del mayor’un tarihi 380 yıldan fazla. Plaza del Mayor diye de anılagelen bu meydan 1619’da açılmış. Tam ortada ise tüm heybetiyle Kral 3. Felipe oturuyor, atının üstünde. 3. Felipe, Plaza del Mayor’u inşa ettiren kişi oluyor. Bugün turistlerin, yaz sıcağında mayışmış veya pul koleksiyoncusu, eski kitap meraklısı ispanyolların volta attıkları bu meydan aslında yıllar boyu çok şey görmüş geçirmiş.







Taç giyme törenleri, engizisyon işkenceleri, katolik kilise’sinin kutsal törenleri, turnuvalar derken, boğa güreşleri bile düzenlenmiş, bugün oturduğunuz kahvede yanıbaşınızda keman çalan sokak çalgıcılarının dolaştığı taşlarda. Plaza Mayor tam yüz bin kişi alabilecek kapasitede yapılmış bir meydan ve bugün de hala konserler, tiyatro oyunları ve özel gösteriler düzenlenen bir meydan olarak kullanılıyor.




Plaza Mayor’un tam arkasında ise casa de la panaderia bulunuyor. Burası eskiden madrid fırıncılar odası gibi birşeymiş ve meydanı çevreleyen diğer binalar ise lüks apartmanlardan oluşuyor. Bu binaların üzerinde ise onlarca melek uçuşuyor, o ünlü madrid güneşine dayanıp da göğe doğru bakanların görebileceği bir istikamette. Bu binalardan biri ise belediye binası gibi bir yer, birçok madridli burda evleniyomuş. Meydanın güneydoğu tarafında ise bir zamanlar dışişleri binası ve ondan önce de hapishane olarak kullanılan plaza de la provincia bulunuyor. Neyse efendim bu ünlü meydanın dört bir yanı işte tarihte polis merkezi, postane, hapishane şeklinde kullanılmış yapılarla çevrili.. bir tarafta ise plaza del sol bulunmakta. Ordan da calle de carmen’e açılıp madrid’in simgesi “ayı ve çilek ağacı”(el oso y el madrono) isimli bronz heykeli görmek pek mümkün. Bir de tabi ki meydanın binalarla birleştiği kemerlerin altından geçip, şehre karışmadan önce, vitrininde rengarenk balıklar ve deniz mahsulleri sergilenen restoranların önünden geçmek de lazım..




23 Şubat 2010 Salı




22 Şubat 2010 Pazartesi

Bedeviler


Bu benim Mısır'da Sina Yarım Adası Çölunde görüntulediğim 2 bedevi kızı. Yaşamlarını görmek ve resmektmek icin Sina çölunde safariye cıkmıştık. Çölde kilometler aştıktan sonra ilk Bedevi kampına geldik. Bizleri görünce tüm köy ayaklandı ve ellerinde ne var ise bize satmak istediler. Köyleri 30-50 kişilikti. Yedi tane deve de sayabildim köylerinde. Bu çölün içerinde yaşamlarını nasıl sürdükledikleri beni cok şaşırttı. Etrafta ne bir ağac, ne de bir ırmak var. Suyu ve yiyeceklerini nasıl elde ettiklerini düşündüm. Bu resmi çok yeni çektim ve şu anda Bedevilerin ilginç yaşamı hakkında araştırma yapıyorum. Nerden geldikleri ve nasıl geldikleri. Tarihin en görkemli, zengin ve ilk medeni halkı Mısırlılardan bügünün hiç birşeyi olmayan Bedevilere nasıl bir geciş suresi yaşandı. Cok yakında daha geniş bilgilerle yeni blog'ta gorusmek uzere....
Wikipedia'dan alıntıdır..
Bedeviler :çölde yaşayan, geçmişte göçebe olan ve Sahra Çölünün Atlantik kıyısından Batı Çölü, SinaYarımadası ve Necef Çölü üzerinden Arap Çölü'ne uzanan bölgede bulunan Arap kabilelerdir. Arap olmayan bazı kabilelerin, örneğin Kızıl Deniz'in Afrika kıyısındaki Bejalar gibi, Bedevi olarak anıldıkları olmuştur. Ana geçim kaynakları develer ile ticaret ve hayvancılıktır; vahalarda bulunan suyu çok dikkatli bir biçimde kullanarak yaşarlar. Çölde rahat hareket edbilmek için uzun giysiler giyerler.Bedevilerin bulnduğu bölge yeterli yağış olmayan bir çöl alanıdır.Bedeviler eski afrikanca ile arapçanın karışmı bir dil kullanırlar ancak bu dilde arapça kelime daha fazladır.Bedeviler göçebe ve savaşçı bir topluluktur yaşamlarını hayvancılık ve ticaretle sürdürürler.

Ayshe's new blog adress




Merhaba Arkadaşlar...


Benim kişisel Blog'uma hoşgeldiniz. Ben burda daha çok resim ve resimlerin arkasında yatan hikayeleri sizinle paylaşacağım.


Emile Zola'nin sözünden yola çıkmaya karar verdim.

"Bir şeyi fotoğraflayana kadar, onu gördüğünüzü idda edemezsiniz"